KültürTürkü

Aşk ve Sevda Türküleri Üstüne

 Halk Edebiyatımızda aşk ve sevda denilince Karacaoğlan gelir akla. O bu konuda âşıkların ustasıdır. Kendisini usta söyleyişleriyle kanıtlamış. Aşk ve sevda bayrağını hep en önde taşımış, kaptırmamak için de bütün gayretini göstermiştir.  Aşk ve sevdayı o öyle yalın ve sade anlatılır ki… İmrenmemek elde değildir. Türkçeyi yeni öğrenen bir kişi dahi onun demek istediğini en iyi şekilde anlar. O bazen dörtlüklerinde bülbülü havalandırır. Pazarda satılması için sevdiğinin kölesi… Bazen de şahinin cırnağına düşmüş bir kuş olur.

“Bülbül havalanmış yüksekten uçar
Has bahçe içinde gülüm deyi
Seni seven âşık serinden geçer
Güzeller içinde yârim var deyi”.

diyerek seven aşıkların serinden geçeceğini söyledikten sonra:

Ben seni seviyom can ile candan  
İnsan kemlik görmez sevdiği yardan
Canım esirgemem billahi senden
Götür sat pazarda kölem var deyi.

diyerek sevdiğine olan sadakatini ortaya koyar. Bu nasıl bir sadakattir bakar mısınız? Senden canımı bile esirgemem. Bu can sana feda olsun. İstersen köle pazarına götürür, kölem var diye de satabilirsin. Nasıl bir anlatım, nasıl bir ifade… Ve nasıl bir aşk, nasıl bir sevda… Ve de türküleşmiş Karacaoğlan dörtlükleri…

İlginizi Çekebilir
Makale Devam Ediyor

Karacaoğlan: Yüzyıllardır Anadolu’yu dalga dalga saran bir ses, dillerden düşmeyen türkü, gözlerde şavkıyan ışık, gönüllerde kabaran bir heyecan. Dağlarda uğultu, ovaların sarı başaklarında ak çiçek açan, Çukurova pamuğunda bereket, aşk ve sevda denilince akla ilk gelen isimdir Karacaoğlan.

Karacaoğlan der de ustasını örnek alan İrfani demez mi.  O da der. Sevgisini o da döker dörtlüklere.

“Salınıp gelende kimin yârisin 
Gel böyle salınma göz değer sana.
Alların üstüne yeşil geyinme
Zalim düşmanlardan söz değer sana.“

dizeleri bir Çukurova Bozlağı olarak çıkar karşımıza. Türküleşerek bozlak olan dörtlükler yürek yakan cinsten. İkinci dörtlüğün sözleri ise daha da beter…  

“Sallanıp gelen de kimin yârisin  
Böyle sallandıkça dünya malımsın
Yüceden yüceye Toros Dağı’sın
Sabahın güneşi tez değer sana.”

Âşığın sevdiği: Yüceden yüceye Toros Dağı’dır. Sabah güneşi ilk dağları vurur. Âşık sabah güneşinin sevdiğine değmesinden rahatsızdır. Ola ki güneş sevdiğinin gül benzini soldurur.

Dörtlükler aşk yüklüdür. Sevda yüklüdür. Burcu burcu toprak kokar. Toros Dağları kokar. Yavşan kokar. Kekik kokar. Çukurova kokar. Ovanın ipil ipil eden sarı sıcaklarını serer gözler önüne. Karşı yaylaya tırmanan katar katar göçler gelir aklınıza. Sevdiğinin üstüne kol kanat germenin en açık ifadesi vardır sözlerde. Anlatım sade ve yalındır. Kır çiçekleri gibidir. Uyaklar arasındaki uyum, sevgiyi, sevişmeyi hatırlatır sizlere. Hani esen yelden, uçan kuştan kıskanırım diyen dizeler sanki bu sözlere nazire yapar. 

Bozlağın her dörtlüğü ayrı bir güzellik arz eder. Sözle müzik arasındaki uyum tek vücuttur. Halkın duygusu bu dörtlüklerle, haykırışla arşı alaya ulaşır: “Salınıp gelende kimin yârisin / Böyle sallandıkça dünya malımsın / Yüceden yüceye Toros Dağı’sın / Sabahın güneşi tez değer sana” dizeleri konuyla ilgili söz söyleyecek olanlara pes dedirttirecek niteliktedir. Sevdiği yücelerden yüce. Toros dağları gibi. Erişilmez, ulaşılmaz. Onun için de sabahın güneşi sevdiğine tez ulaşır. Güneşin sevdiğine tez ulaşmasını siz nasıl anlatırsınız. Hangi kitaba, hangi dizelere sığdırabilirsiniz. Sabahın güneşinin tez değmesi, sevdiğinin Toros Dağları kadar yüce olması ancak gönül dediğimiz izafi kavramla dile getirilir. İşte o da deli gönül dediğimiz kavramla müthiş bir şekilde dile getirilmiştir.

Son dörtlükte İrfani tapşırır: “İrfani’yim kimse yârin övmesin /  Çözemedim ak göğsünün düğmesin / Topla fistanını yere değmesin / Yollar sulanmamış toz değer sana” diyerek az sözle büyük bir sevgi selini dile getirir. Dörtlüklerdeki: “Göz değer sana / Söz değer sana / Toz değer sana” uyakları bir ananın çocuğuna ninni söylemesi gibi dinlendirici ve liriktir.

Aşk ve sevda insanlığın var oluşundan bu yana işlenmiş, anlatılmış, geçmişten günümüze de tüm sanatçılar, halk ozanları, şairler, yazarlar, kısaca sanat adamalarının tümü konuyla ilgili açıklamalar yaparak aşkı ve sevdayı tarif etmeye çalışmışlar. Belki de; şimdiye kadar en çok işlenen ve anlatılan konular arasında ilk sırada yerini almıştır. İlim adamları aşk ve sevda ile ilgili açıklamalar yaptıkları gibi güzel sözlerle de bunu desteklemişler. İşte birkaç örnek: “Aşk ağlatır, dert söyletir / Nasıl kafa sayısı kadar düşünce çeşidi varsa, kalp sayısı kadar da aşk çeşidi vardır. Sevgi; bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir. Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır. Sevgi karanlıkta yakılan bir mum ışığı gibidir. Size yolunuzu gösterir. Ama ilerde ne olacağını söylemez.”

Âşık Veysel: “Aşk meyinden içen âşık ayılmaz”. Fuzuli: “Aşk imiş her ne varsa âlemde.” / Karacaoğlan: “Ay doğup da şafak atmakta sandım / Meğer yârin düğmeleri çözülmüş”.

Abdülvahap Kocaman:

“Bir of çektim dağ sallandı taş düştü
Ahımdan cihana bir ataş düştü  
Bulutlar ağladı gökten yaş düştü
Kuru çöller göle döndü dönmedi.”

Âşık Sadık Doğanay:

“Gözlerin inkâra benzer ebrular keman olur
Her kaçan yüzüne baksam katlime ferman olur
Yüzünü görse bir kâfir şüphesiz iman bulur
Mah yüzüne bir nikap çek / Ben yandım el yanmasın.”

Yeniceli Âşık Sıdkî Baba ise:

“Bir güzelin hasretinden ahından
Tutuştu her yanım da yandı ha yandı
Âşık oldum onun mah cemaline
Tutuştu her yanım yandı ha yandı.”

dizeleriyle duygularını açıkça ortaya koymuş.  

Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun türküler üstüne yazdığı şiirini çoğumuz hatırlarız. O şiirinde “Nerede bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım” der. Bedri Rahmi’nin bu dizelerini düşünürken aklıma Âşık İmami geldi. Herhalde Bedri Rahmi’nin şairliğimden utanırım dediği estetik İmami’nin dizelerinde oldukça yüksek. Âşık almış eline sazını, vurmuş teline: Türküsündeki dizeler nakış nakış.  Oya gibi… 

“İmami’yem gül sineni açarsan
Adana’da Taşköprü’den geçersen
Eğilip Seyhan’dan bir su içersen
Korkarım ki sen ırmağı yakarsın”

Adana’da Taşköprü’nün altından geçen Seyhan Irmağı öyle küçük bir çay değil, dere değil. Adana’yı ikiye bölen kocaman bir ırmak… Bilirsiniz su söndürür. Yanmaz. Ama İmami türküsünde ırmağı yandırıyor. Koca ırmak nasıl yanar ki. Nasıl yandırılır. Kim yakar. Kim yakar biliyor musunuz?  Türkülerdeki deli yürek, evet deli yürek türküler yakar. 

Türkülerimizde yoğun olarak işlenen konulardan biri daha önce de söylediğimiz gibi aşk ve sevdadır.  Neşet Ertaş: “Sevda olmasaydı / Gönüle dolmasaydı / Dünya neye yarardı  / Güzeli olmasaydı.” Koca Yunus: “Aşkın aldı beni benden / Bana seni gerek seni. “/ Tenecioğlu Âşık Hüseyin: “Gayrı dayanamam ben bu hasrete  / Ya beni de götür ya sen de gitme.” / Âşık Veysel: “Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa.” Karacaoğlan: “Güzel ne güzel olmuşsun / Görülmeyi görülmeyi.”

Develili Âşık Seyrani:

“Eski libas gibi aşığın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez.

Kekliğin kayada sektiği sekiş
Gülünen bülbülün ettiği çekiş
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş.”

diyerek duygularını dile getirmiş.  

 Aşk: Osmanlıca Türkçe sözlükte: Şiddetli muhabbet. Sevda / Candan sevme. Dil kurumunun Türkçe sözlüğünde: Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu. Divanı Lügat-it Türk de aşk yok. Aşu ve aşuk var: Aşu kırmızı toprak, aşı toprağı, aşu koşmak, aşuk, insanın aşığı, topuğu, topuk kemiği, aşuk, demir başlık, aşuk: Özlemek şeklinde tarif edilmiş. Değişik görüşlere göre aşk: Bir fırtına gibi gelir, sabah rüzgârı gibi uzaklaşır. Ya da hayat bir uyku aşk da onun tatlı rüyasıdır. Aşk güneş doğmadan önce görülen bir sise benzer. Bir süre devam eder ve hemen ortadan kaybolur. Üstada sormuşlar: Aşkla sevda arasındaki fark nedir. Üstat cevap vermiş. Aşk hevesin bitene kadar. Sevda nefesin yetene kadar cevabını vermiş.

Aşk ve sevda, gönül dediğimiz elle tutulmayan gözle görülmeyen duygunun yoğun olarak gündeme getirdiği konuların başında gelir. Onun için de aşk ve sevda gönülle bütünleşmiştir. Gönül bazen coşmuş, bazen ise feleğe sitem etmiş, Ferhat Şirin için dağları delmiş.  Neşet Usta’da boş durmamış ona nazire yapmış. Ve almış eline sazını vurmuş teline: “Nasıl vas’fetmeyim sevdiğim seni / Cemalin görünce güller açılır /  Ahraz dile gelir görünce seni / Çalar âşıkların teller aşınır.” diyerek duygularını dile ve tele dökmüş… Yavuklusunu gören ahrazın da dile geleceğini korkusuzca söylemiştir.  Efendim işte türkülerimiz böyledir. Bazen ahrazı dile getirir. Bazen de sevdiği için “Yedim ıramazanı” diyerek orucu bozduğunu söyler. Çanakkale, Estergon, Kanije onlarla fethedilir. Bazen de: “Kemiğim tarak et zülfün teline / Hatıra geldikçe tara sevdiğim”. Bir başkası:Gayrı bizim elin karaçalısı / Gül oldu gidelim bizim ellere” der. Diğer sevdalılar da boş durmaz: Sevdalarını zaman zaman Fırat’la, Kızılırmak’la, Hasan Dağı ile paylaşır. Seslenir Hasan Dağı’na: “Zaten benim bahtım kara / Ne yapayım kırık zara / Gönül düştü güzel yara / Can dayanamaz Hasan Dağı.”   

Uzmanlara göre aşk: Kalbin nefes kesercesine hızlı atması…  Her saniye yalnızca onu düşünmek… Ellerin titremesi, terlemesi… Bedende kelebeklerin uçuşması hali… Nedensiz yere gülümsemeler ve bazen de ağlama krizleri… Bir başka görüşe göre: Aşk mesafe demektir. Mesafe ne kadar uzun olursa aşkın süresi de o kadar uzun olur. Aşk, aradaki mesafeyi korumak, sevgi ve saygıyı yitirmemektir. Aşk, bir insanın (kadın veya erkek) karşı cinsten tutku derecesinde etkilenmesine yol açan pozitif duygu yoğunluğudur.

Aşk, merdivene çıkmak gibidir. Önce ilk adımını atarsın, eğer gerçek aşkı bulmuşsan yukarıya çıkarsın, ya da tam çıkarken yarı yolda ayağın kayar düşersin ve yaralanırsın. 

Aşkın hayatımızda yeri büyüktür. Davranışlarımızı, ruh halimizi ve düşüncelerimizi değiştirir. Günlük görevlerimizi ve başarımızı bile etkiler. Değişik daldaki bilim adamları aşkı kendilerine göre tarif etmişler. Aşk: Uğruna besteler yapılan, dağlar delinen, çöller aşılan, sayfalarca hikâyeler yazılan bir duygu: Kimisi aşkı, anlık bir heyecan ve tutkudan ibaret görür. Kimisi de aşksız bir hayatın susuz bir dünya gibi olduğunu savunur. Kim ne derse desin aşk insanın yaşama isteğini artıran ve hayata dört elle tutunmasını sağlayan bir duygudur. Aşk; insan beynini ve davranışlarını inceleyen bilim adamları için de en önemli araştırma konularından biri olmuştur. Bilim adamları aşkı: Kalbimizin küt küt çarpması, karnımızda kelebeklerin uçuşması, ellerimizin titremesi gibi vücudumuzun verdiği tepkilerdir diye de tarif etmişler. Biz de Aşk olmadan meşk olmaz diyor Toklimenli Âşık Sait’in türküleşen dörtlüklerine kulak veriyoruz. Dörtlükler buram buram sevda kokuyor.

“Aşk yoluna canı feda kılanlar
Siz de düştünüz mü dara ben gibi.
Bir Leyla misali Mecnun olanlar
Yaktınız mı canı nara ben gibi

Kara göz üstünde o keman kaşlar
Kirpikler canıma tığ gibi işler
Mah cemal üstüne dökülmüş saçlar
Acep var mı yanan yara ben gibi”

Aşk tıpkı inanç gibi, insana insan olma özelliği kazandıran temel yapı taşlarından biridir. Aşk sadece insana özgü bir olgudur. Aşk, kadın ve erkeğin evlenmesine, yuva kurmasına, soyunu devam ettirmesine yardımcı olan duygusal bir etkendir. Onun için de türkülerimizin çoğu aşk ve sevda üstüne yakılmıştır. Türkülerde hep aşk ve sevdanın dumanı yükselir. Yükselen dumanlar yakıcılarını alır götürür Tuna’ya. Zigatvar’a, Yemen’e, Bağdat’a Basra’ya… Turnalarla haber salar sevdiğine. Hazreti Ali’yi sorar. Âşıkların dilinde ve telinde sevda üstüne yakılan türküler zamanla anonimleşerek bizlere ulaşır. Bizlere ulaşan türkülerin çoğu aşk ve sevda üstünedir.  Âşık Feymani’nin gerçek aşk hikâyesini dile getiren Ahu gözlüm tut elimden dizeleriyle başlayan türküsü ise: Aşk ve sevda üstüne yakılanlara önemli bir örnek olarak çıkar karşımıza. Altı dörtlük olarak yakılan türkünün üç dörtlüğü okunmaktadır.

Ahu gözlüm tut elimden/ Vazgeçmeden emelimden.
Askın beni temelinden / Yıkmadan gel, yakmadan gel.

Derde salmadan başımı / Noksan etmeden işimi.
Damla damla gözyaşımı / Dökmeden gel, akmadan gel.

Feymani’yim, kaçma benden / Usanmadı gönül senden.
Ecel tatlı cani tenden / Çekmeden gel çıkmadan gel.

Feymani: Aşk ve sevda üstüne yaktığı türküsünde ahu gözlüsüne yalvarır. Askın beni temelinden / Yıkmadan gel, yakmadan gel”. Diğer dörtlükte: “Damla damla gözyaşımı / Dökmeden gel, akmadan gel”. Öbür dörtlükte ise: “Ecel tatlı canı tenden / Çekmeden gel çıkmadan gel.” Tespitimize göre türkünün sözlerinde sevdiğine kavuşamayacağının müthiş bir korkusu var. Korku yalvarışla en iyi şekilde dile getirilmiş. Feymani türküsündeki yalvarışlara sadece bir örnek. Daha nice âşıkların feryadı aşk ve sevda üstüne yakılmış türkülerle dile getirilmiş. Türkülerde aşk; bir hüzün, bir sevda ve de bir ayrılıktır.

Kalbin varsa türkü yakarsın / Kalbin yoksa insan yakarısın.  

Yazar

  • Dr. Halil ATILGAN

    1946 yılında Adana'nın Karaisalı ilçesinin İncirgediği köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra Düziçi İlköğretmen Okuluna girdi. 1964-1965 ders yılında Düziçi İlköğretmen Okulundan mezun oldu. Çeşitli illerde öğretmenlik, Halk Eğitimi Merkezi Müdür, Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1973-1975 yılında Çukurova Radyosunun açmış olduğu saz sanatçılığı sınavlarını kazandı. 1984 de Çukurova Üniversitesine Müzik Uzmanı olarak atandı. Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümünde Halk Müziği ve Bağlama Dersleri Öğretim Görevlisi, Kültür Sanat Merkezi Müdürlüğü yaptı. 1990 yılında Kültür Bakanlığı Şanlı Urfa Devlet Türk Halk Müziği Korosuna Kurucu Şef olarak atandı. 1993 yılında Ankara'ya alınan Dr. Atılgan koro şefliğinin yanında Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğünde (HAGEM) müzik danışmanlığı, repertuvar kurulu başkanlığı görevlerinde bulundu. Zaman içerisinde Eğitim Enstitüsünün müzik bölümünü, Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

    Tüm gönderileri görüntüle

Bir Yorum Yazın

İlginizi Çekebilir

Başa dön tuşu